Öncelikle İçimdeki Kahraman’ın hikayesi nasıl ortaya çıktı? Modern çağın araçlarından biriyle içsel bir arayış ve kadim bir istikamet hikayesi yaptınız…
Küçükken bir dönem süper kahraman olduğuma inanmıştım. Bir gücüm vardı. Onu bulunca bir kahraman olacaktım. Uzun bir dönem böyle devam etti.
Neden süper kahraman olamayacağımı anladığımda bu hikâye başlamış oldu. Bu kavrayış bende bir yer tuttu. Kaldı içimde.
Süper kahramanlık ile ilgili külliyatı biliyorum. Filmleri izledim. Çizgi romanları okudum. Böyle bir mertebenin varlığı ‘varsayılan’ olarak kabul ediliyor. Hiç sorgulanmayan bir zemin. Bu zemini sorgulamak bana heyecan verici geldi.
Modern çağın araçları dediğimizde tabi ki sinemayı yazıyoruz en başa. Ayrıca alt başlık olarak içerik ve biçim tercihleri de yine aynı kümeye dâhil edilebilir. Ben süper kahramanlığı sarkastik bir şekilde eleştirmek, onların bize bir katkısı yokmuş gibi yok saymak istemedim. Beni ben yapan unsurların içinde yer aldığı tüm filmleri ve/veya edebiyatı, çizgi romanları yok saymıyorum. Siz de varsınız, sizinle büyüdüm ama insan olma yolunda, değerli insan olma yolunda böyle bir alternatif de var demek istedim. Bir şeyi yıkmak yerine, yıkmadan onu farklılaştırmak, dönüştürmek, yeni bir şey söylemek istedim.
PANDEMİ ŞARTLARINDA BİNBİR ZORLUKLA ÇEKTİK FİLMİMİZİ
– Filmi pandemide çektiniz? Nasıldı?
İlk kapanma olduğunda hazırlık sürecimizin ortasındaydık. Ertesi hafta sete giriyorduk. Durduk aylarca. Sonra yasakların tam ortasında binbir zorlukla alınmış izinlerin yardımıyla çektik filmimizi. Pandeminin tüm olumsuz etkisini hissettik. Çok şükür sette kimsenin burnu dahi kanamadı.
Aylarca ertelemelerimiz oldu. Öyle bir ekip vardı ki onlar olmasaydı olmazdı. Hiç bırakmadılar projeyi. Burada adlarını anmazsam olmaz. Halil Kardaş yapımcım. Tüm olumsuz şartlara rağmen bir çözüm üretti. Oyuncularım pandemiye rağmen devam ettiler. Her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ayrıca yaratıcı ekibimizi de hiç unutmayacağım. Senaristlerimiz Ümit Cihan Canpolat, çok izlenen dizi Gönül Dağı’nın yaratıcı kalemi Mustafa Çiftçi Ağabey… Kurguyu yapan dostum Naim Kanat, henüz senaryo iken kurguya başladı. Görüntü yönetmenim Mehmet Başbaran, müziklerimizi yapan Ali Saran… Tüm ekibimi burada anmak ve teşekkür etmek istiyorum. İyi ki onlarla çalıştım. İyi ki onlar benimle çalıştılar.
TARAFIMI SEYİRCİDEN YANA SEÇİYORUM
– Festivallerden ödüller aldınız fekat seyirlik de bir film var ortada. Dengeyi nasıl kurdunuz?
Algı olarak böyle bir ayrım var. Festival filmi ve gişe filmi. Ben bu ayrıma hiç girmedim. Envai çeşit ‘pirtching platformu’, ‘pre production lab’a katıldım, oralarda da bir karar vermem gerektiğine dair ısrarlarla karşılaştım. Sanırım bu işin kurallarından biri bu. Ben hikâyemi ve seyirciyi umursayarak, hep onları aklımda tutarak yaptım filmi. Seyirci benim için olmazsa olmaz bir unsur. Hep daha çok izlenen filmler yapmak istiyorum. Taraf seçmek gerekirse seyirciyi seçerim.
Festivallerin filmi görmesi beni mutlu etti. Farklıyı tercih etmek, farklı olanın altını çizmek biraz cesaret istiyor günümüzde. Boğaziçi Film Festivalindeki ödülde “cesur ve yenilikçi bir çalışma ile sinemaya yeni bir bakış…” diye bir gerekçe okudu jüri. İçimdeki Kahraman ile ilgili dediler bunu, daha ne olsun… Denge kısmı sanırım seyirciden geldi.
FİLMİ ÇİZGİ ROMAN ESTETİĞİ İLE TASARLADIK
– Filmin tasarımı iddialı ve riskli. Çok renkli sinematografi ve mekan kullanımının yanında dil olarak arthouse yönteme de yakın. Siz filminizi nereye koyuyorsunuz? Ve bir filmin illa da bire yere koyulması gerekir mi?
Tasarımı öyle yaptık çünkü hikâye onu gerektiriyordu. Seyirci kendi gerçekliği ile filmle özdeşlik kurarsa, hikâyemiz çalışmayacaktı. O yüzden film kendi atmosferini ortaya çıkarmalıydı. Çizgi roman estetiği, renkler, mekânlar hep bu çerçevede ortaya çıktı. Film içerisinde zaman geçtikçe kostümler değişir. Bizde değişmiyor. Kimsenin kostümü değişmez filmde. Farklı bir şey yapmak istiyordum. İddia ve risk sonrasında sonuç olarak ortaya çıkmış olabilir. Ticari olarak düşünülünce bir karar vermek gerekiyor. Bir “paket” gerekiyor bence. Gerçekçi olan bu. Bunun farkındayım. Ama her unsuruyla burada farklı neler yapılabilir, dediğimiz bir film oldu. Kendi tarafını kendi kurdu belki de.
FİLM YAPMAK BİR OYUN GİBİ
– Önceki uzun metraj filminiz Bir Gün Bir Çocuk’ta çocuklar üzerinden gittiniz. İçimdeki Kahraman’da da esasında ana karakteri çocukluğuyla bir yolculuk yapıyoruz. Neden? Acaba sinema yaparken içinizdeki çocukla mı birliktesiniz (:
İçimdeki Kahraman, içimdeki çocuk (gülüyor). Çokça tüketilmiş, sömürülmüş bir ifade. Açıkçası bana çok bir şey ifade etmiyor. Ânı yaşamanın, sezmenin, değerlendirmenin önemine inanıyorum. 41 yaşındayım. 41 yaşında gibi yaşamaya çalışıyorum. Çocuk kısmına gelirsek, ben çocukları çok seviyorum. Karamsar olduğum zamanlar, ki çokça oluyor, onlarla vakit geçirmek bana çok iyi geliyor. Onlara bir şey üretmek, onları ciddiye almak, görece daha az şey bilen ama bizden farksız olduklarını düşünmek benim için önemli. Çocuklara ben olgun insanlar gibi davranıyorum. O zaman daha da açılıyorlar. Neyse filmler ilgili kısma gelirsek… Çok sevdiğim yönetmen Ahmet Uluçay’ın “Bir çocuğun oyun oynaması gibi film yapmak” şeklinde özetlenecek bir tanımı var. Sanırım o duygu bende de var. Film yapmak, gerçek hayatta olmuş, olan ve dahi olacak sonsuz olasılıktaki olaylara bir anlam vermeye çalıştığımız bir oyun oynamak gibi.
SİNEMAYI ÇOK SEVİYORUM, HEPSİ BU
– Neden sinema yapıyorsunuz? Bir insan neden sinema yapar?
Bir marangoz neden bir masa yapıyorsa, ben de o yüzden film yapıyorum. Bu benim çok sevdiğim mesleğim. Ama bu masaya öyle güzellikler koyuyorsunuz ki başkalaşıyor, şanslıysanız kavramsallaşıyor. Benim yapmaya çalıştığım tam da bu “güzellikleri aramak, arttırmak”. Ben aslında mühendisim. Ama sinema yapmayı tercih ettim. Tam burada böyle büyük büyük laflar etmek çok isterdim. Ama benim nedenim çok basit; sinemayı çok seviyorum. Bu kadar.
DİJİTALE MİNİ DİZİ YAPMAK İSTİYORUM
– Sinemanın gittiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle dijital platformların etkisi büyük. Bizi neler bekliyor ileride? Ve siz gelecekte kendinizi nerede görüyorsunuz?
Fiziksel olarak sinema aslında bir mekân. Öyle güzel şeyler izliyorum ki bu beni çok umutlandırıyor. “Dijital platformların ortaya çıkması sinemaya nakıs bırakacak” şeklinde bir yorumum yok. Sadece etkiliyor. Dijital işlerde çok iyi şeylere rastladığımda şöyle tepkiler veriyorum; Bunu keşke sinemada izleseydim. Hep sanki sinema bir adım önde hissi var. Dijitalin de farklılıklara açık olan tarafı beni çok cezbediyor. Ayrıca bir anda çok fazla sayıda insana ulaşabiliyorsunuz. Bence bu çok önemli. Benim de yapmayı çok arzuladığım bir form “mini dizi”. Umarım ilerde nasip olur.
OKUYARAK AŞIRI TÜKETİMİ ENGELLEYEBİLİRİZ
– Atölyeler düzenliyorsunuz, dersler veriyorsunuz. Gençlerle iç içesiniz. Sinemacı gençlerin ahvalini nasıl görüyorsunuz? Neler tavsiye edersiniz?
Şöyle bir tespitimi paylaşabilirim; çok fazlaca ve hızlı tüketiliyor filmler. Dijitalin olumsuz bir etkisi olarak tüm anlatılar ‘içerik’ olarak adlandırılıyor. Çok fazlaca tüketip, değerine, derinliğine vakıf olamadan geçip gidiyor filmler. Bazı film yazılarındaki sığlaşma, kısırlaşma ve özensizleşmede de bunu gözlemleyebilirsiniz. Onlarda tüketip geçiyorlar içerikleri. Bu bilgi ve içerik bolluğu garip bir şekilde idrak yoksunluğu doğuruyor. Bununla nasıl başa çıkılır bilmiyorum. Fakat benim kendimce bulduğum yol edebiyat. Edebiyat tüketmesi daha zor, idrak için daha fazla alan açan bir form. Edebiyatla daha fazla haşır neşir olmak sinema ile ilgili algımızı da olumlu yönde dönüştürüyor kanımca. Film yapmak için çok izlemek lazım ezberi bence değişmeli, iyi film yapmak için daha fazla okunmalı diye düşünüyorum.