Yüksek tansiyon veya hipertansiyon, birçok sağlık riski taşıyan çok yaygın bir durumdur. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, dünyada 1.13 milyar insan hipertansiyondan şikayetçidir. Belirgin semptomların olmaması nedeniyle, birçok kişi yüksek tansiyonlarının farkında bile değildir. Bu da uzun vadede yüksek tansiyonla ilişkili birçok hastalığa yakalanma riskini önemli ölçüde artırır. Hemen hemen her gün yüksek tansiyon hakkında duyduğumuz en yaygın 5 büüyk yanlışı listeledik. Hipertansiyon çok ciddi bir durumdur. Tedavi edilmeyen yüksek tansiyon, kalp krizi, felç, böbrek hastalığı, kalp yetmezliği, anjina, görme kaybı, cinsel işlev bozukluğu ve periferik arter hastalığı gibi ciddi sağlık sorunları riskini artırır. Hipertansiyon çeşitli şekillerde sağlığa zarar verir. Örneğin, zamanla artan kan basıncı, kan damarlarının daha az elastik hale gelmesine neden olabilir. Bu da kalbe ulaşan kan ve oksijen miktarını azaltarak organlara zarar verir. Yüksek tansiyon, beyindeki hassas kan damarlarına da zarar vererek felç riskini artırır. Araştırmalara göre, hipertansiyonun genetik bir bileşeni var. Örneğin, üç kuşak katılımcıdan elde edilen verileri içeren bir çalışmanın yazarları şu sonuca varmıştır: Büyükanne ve büyükbabalarda erken başlangıçlı hipertansiyon, torunlarda hipertansiyon riskini artırır. Ancak, genetik olarak hastalığa duyarlı olanlar için bile hipertansiyon kaçınılmaz değildir. Genellikle durum, diyet gibi genlerden etkilenmeyen bir yaşam tarzı nedeniyle gelişir. 277 bin kişinin genetik verilerini, yaşam tarzını ve sağlık verilerini analiz eden 2018’de yapılan bir çalışmada sağlıklı bir yaşam tarzının (sağlıklı bir diyet, düşük idrar sodyum atılımı, düşük vücut kitle indeksi (VKİ) ve artan fiziksel aktivite) genetik yüksek tansiyon riskinden bağımsız olarak düşük tansiyon ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Ayrıca sağlıklı bir yaşam tarzının, tüm genetik yüksek tansiyon risk seviyelerinde daha düşük kalp krizi, felç ve karmaşık kalp hastalıkları riski ile ilişkili olduğu da ortaya konulmuştur. Hipertansiyon kaçınılmaz değildir ve yaşlanmanın normal bir parçası değildir. Hipertansiyon ileri yaşlarda daha yaygın olmasına rağmen, hem orta yaşlı hem de genç yetişkinlerde de görülür. Hipertansiyon, 18 ila 39 yaş arasındaki kişilerin yaklaşık yüzde 7.5’ini, 40 ila 59 yaş arasındaki kişilerin yüzde 33.2’sini ve 60 yaş üstü kişilerin yüzde 63,1’ini etkiler. Yıllar içinde bu artan yaygınlığa rağmen, belirli yaşam tarzı müdahaleleri yüksek tansiyon geliştirme riskini önemli ölçüde azaltabilir. Genel olarak tuz alımını azaltmak, düzenli egzersiz yapmak, sigarayı bırakmak ve sağlıklı beslenmek gerekir. Yüksek tansiyonun tedavisi yoktur. Ancak durumu kontrol altında tutmanın ve bu durumun sağlığa zararlı etkilerini azaltmanın yolları vardır: – Alkol tüketmeyin, – Sağlıklı ve dengeli beslenin, – Düzenli egzersiz yapın, – Stresle başa çıkmayı öğrenin, – Sigarayı bırakın, – Sağlıklı bir kiloda olun, – İlaçlarınızı alın. Dünya Sağlık Örgütü, sağlıklı tansiyon sebviyelerini korumak için günlük tuz tüketiminin 5 gramı geçmemesi gerektiğini belirtmektedir. Küresel tuz tüketimi önerilen değerin altına düşerse yılda 2,5 milyon ölümün önlenebileceği tahmin ediliyor. Ancak tek başına tuz ilavesinden kaçınmak, bu baharatın alımını azaltmada yeterli bir yöntem değildir. Gıda etiketlerini okumaya alışın, çok yaygın ve günlük tüketilen bazı gıdalarda ne kadar tuz bulunduğuna şaşıracaksınız. ABD Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezlerine göre günlük tuz alımının yüzde 40 kadarı aşağıdaki 10 gıdadan gelmektedir: – Ekmek – Pizza – Sandviçler – Salam, sosis ve tütsülenmiş et ürünleri – Hazır çorbalar – Cips, patlamış mısır ve kraker gibi tuzlu atıştırmalıklar – Simit – Tavuk – Peynir – Yumurta Özellikle aşırı işlenmiş gıdalar tuz açısından zengindir. Gazlı içecekler, çikolata, cips, tatlılar, şekerli kahvaltılık gevrekler ve hazır çorbalar gibi gıdaların tüketimi, hieprtansiyon haricinde farklı sağlık sorunlarının gelişmesinde de rol oynayabilir. Örneğin, 100 binden fazla kişiden alınan verileri içeren bir çalışma, diyette aşırı işlenmiş gıdaların oranındaki yüzde 10’luk bir artışın, toplam kanser riskinde yüzde 10’dan fazla önemli bir artışla ilişkili olduğunu bulmuştur.